Sertaç Kantarcı’yla Ağrı Dağı Efsanesi
“İnsan milyonlarca yıldır orada duran bir dağın zirvesine ulaştığında aslında kendine dönüyor, kendine ulaşıyor ve şahsının bir kuştan, bir böcekten ya da bir kelebekten farklı olmadığını anlıyor. Üzerine ağır bir alçakgönüllülük çöküyor” diyerek açıklamada bulunan Sertaç Kantarcı; “ Benim yaptığım şey kendimi aramak. Nerede bulacağımı bilemediğim için de her yere bakıyorum. Bu kimi zaman bir mağara oluyor, kimi zaman bir sarraf, kimi zaman bir mezarlık, marjinal sayılabilecek bir parti oluyor bazen ya da bir mağara, bir dağ. dolayısıyla kendimi ne bir dağcı olarak tanımlayabilirim ne de bir antikacı. Sadece kendini arayan sıradan bir adamım” dedi.
KANTARCI; “YALAN DÜNYADAN KAÇARKEN HUZURU BÖYLE BULUYORUM”
Ağrı Dağı’nın zorlu bir tırmanış olduğunu da belirten Sertaç Kantarcı; “Yol zor değildi. Zorlanan bendim. Çünkü aradıkça kaybolduğumu inkâr etme konusunda ağır bir motivasyon altındaydım ve bu sırtımda ağır bir farkındalık yaratıyordu. Yük ağırlaştıkça ben de yavaşladım; yol uzadıkça uzadı derken dört bin beş yüz metreden sonra oksijensizliğin yarattığı stresle daha az düşünmeye başladım ve içimde bazı farkındalıklar uyanmaya başladı. Bu dünya artık gerçek olmayanın, -miş gibilerin, kısaca simülasyonun dünyası. Ki bu dünyanın ifade ettiği şey şu; artık insan şahsiyetiyle, kimliğiyle yaşamıyor. İmajlar üzerinde yaşıyor. Artık gerçekler üzerinden değil, taklitler üzerinden kendisini tanımlıyor. Özellikle kitle iletişim araçlarının ve sosyal medyanın da etkisiyle artık yapay olan doğalmış gibi, doğal olan da yapaymış gibi kabul ediliyor. Daha basite indirgeyerek anlatmak gerekirse, insanların şahsiyetleri ve kimlikleri ile değil, imajları üzerinden var olmaları beni rahatsız ediyor. Baudrillard kuramı bu biliyorsunuz. Yani Türkçesi yalan dünya. Bu kadar yalan da bana fazla” şeklinde konuştu.
KANTARCI; “DAĞ ASLINDA BENİM – DAĞ ASLINDA BENLİĞİM”
Dağı üst üste yığılmış taş, toprak ve kaya katmanı olarak görmek ona büyük haksızlık olur diyerek sözlerine devam eden Sertaç Kantarcı; “ Dağ aslında bir metafor. Dağ aslında benim. Dağ aslında benliğim. Dağ aslında herkesin yürüdüğü yollarda yürümeyenlerin evreni. Yüce dağlar, dik dağlar, aşk acısı, korkunç dağlar, ailevi travmalar, kutsal dağlar, sevgisizlik, tek dağlar, açlık, dizi dağlar, korku, yakın dağlar, yalnızlık ya da uzak dağlar. İnsan yaşamının her anını, gelmişini, geçmişini boyutlarını ve geleceğini zenginleştiren bir serüvendir dağ. Kendi yolunu kendi yapan, kendi hatasında boğulan, yolu bulduğunu sanıp daha beter kaybolan ama eninde sonunda kampa yani kendi içine dönmeyi başaran kişidir dağcı. Yalnızlığı sevmeyen dağa çıkmasın. Bir de gürültüyü sevmeyen” açıklamasında bulundu.
DAĞ BANA KENDİMİ HATIRLATIYOR
Dağı çoğu insan taş, toprak, kar, buz ya da kaya sanır. Oysa dağ havadır. Zirveye ulaşmak için dağa çıkan dağdan bir şey anlamaz. İlkel bir hırstan ibarettir dağ onun için. Oysa gerçek dağcı zirveye bir an evvel ulaşmak istemeyendir diyen Sertaç Kantarcı; “ Gerçekte zirve tam anlamıyla bir tükeniştir. Hedefsiz kalmaktır, arafta kalmaktır. O yüzden zirveye çıkan her gerçek dağcı önce çevresine bakar ‘daha yüksek bir zirve var mı?’ diye. Yani aslolan zirveye ulaşmak değil, dağda kalmaktır. Zirve sadece dağda geçirdiğin zamanın bir parçasıdır. Lakin dağ zirve değildir. Dağ en az dağcı kadar, hatta ve hatta dağcıdan daha canlıdır. O yüzden dağcı dağa değil, kendine tırmanır. Zirveye doğru attığı her adımda dağcı kendine bir adım daha yaklaşır. Zirveye yaklaştıkça kendi doğumuna heyecanlanır. Yeniden doğmak için adım atar dağcı. Dağın da bedeni vardır tıpkı insan gibi. Boyu, posu, boynu, ruhu var hatta karakteri vardır. Mesela dağ gibi insan deriz, dimdik ayakta deriz öyle değil mi? Yani dağ ile dik duruş arasında gizli bir anlaşma vardır. O yüzden ayağa kalkmak isteyen insanın önce kendi dağını aşması gereklidir. Dağ da tıpkı ruh gibi sizden, benden, bedenden, kısaca insandan önce de vardı. Biz sadece sınırlı bir sürede onu ziyaret ettik ve yolumuza devam ettik. Dağ bizim hayatımızda büyük ama biz onun hayatında küçücük bir nesneyiz sadece. Hatta hiçiz! Bir şeyin karşısında hiç olduğunuzu bilmekten daha özgür hissettirecek ne var dünyada? İnsanı merkeze alan hümanizmden daha faşizan ne olabilir ki bu hayatta. İnsan da tıpkı bir kuş, bir böcek ya da bir dağ gibi bütünün parçasıdır. Ve insandan sonra ne olacaksa, insandan önce de olmuştu ve olacak. Evrim sadece fiziksel, ruhani ya da kültürel olarak yaşanmıyor. Evren yaşam tarzı olarak da sürüyor, sürecek. Hayatta sadece bir gerçek vardır; o da kavramların peşinden koşarken yani hayatın anlamını bulmaya çalışırken zaman geçiyor ve dağ bana kendi ölümlülüğümü hatırlatıyor” diyerek sözlerini noktaladı.